masal masal içinde kuyumcunun anlattıkları

Man­zum olarak yazılan masalın böylesine FABL denir. Masal, ilk önce Hintlilerde doğmuş, buradan da bü­tün Doğu ve Batı dünyasına yayılmıştır. Kelile ve Dim­ne, bir Hint masalıdır. Batı Edebiyatı dünyasında isim yapmış birçok ma­sal yazarları vardır. Bunların arasında, bizim edebiyatı­mızda da iyice HERDERS BİR MASAL. SİHİRLİ ŞURUP Evvel zaman iken, deve tellal iken, saksağan berber iken. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. İp koptu, beşik devrildi. Anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi, döndürdüler dört köşeyi. Dar attım kendimi dışarı. Kaç kaçmaz mısın. Gönderen: Admin 0 yorum çocuk masalı oku, çocuk masalları, eğitici masal oku, eğitici masallar, masal, masal alemi, masal oku, masal sitesi, masallar, masallar oku, okul öncesi çirkin ördek yavrusu hikayesi, okul öncesi hikayeleri, okul öncesi masalları, uzun masal oku, uzun masallar, yazılı masallar Böylece modern insan bir masal dünyâsında yaşadığını düşünmektedir. Tâ ki bir azapla karşılanana dek.. Âhirette ise bir masal ve yalan içinde yaşadığını anlayacak, acı azapla karşılaştığında çok pişmân olacak ama iş işten geçmiş olacaktır. Çünkü âhiret bir masal ve hayâl değildir. Eskişehir’in sembol merkezlerinden biri haline gelen Masal Şatosu, düzenlediği atölyeler ile çocukları masal dünyasında yolculuğa çıkarmaya devam ediyor.. Kent turizmine sunduğu katkının yanı sıra eğitici faaliyetlere de büyük önem veren Masal Şatosu, Düşündüren Masallar Şenliği’nde yüzlerce çocuğa keyifli bir hafta sonu yaşa Site De Rencontre Sans Inscription Et Sans Abonnement. Ahmet Ümit’in hem küçüklere hem büyüklere yazdığı masallar tiyatro sahnesinde! Büyüklere Masallar – Masal Masal İçinde 9 Ocak’ta İstanbul Devlet Tiyatrosunda başlıyor. İstanbul Devlet Tiyatrosunun 2019-2020 sezonu oyunlarından Büyüklere Masallar – Masal Masal İçinde 9 Ocak Perşembe günü Küçükçekmece Cennet Kültür ve Sanat Merkezinde başlıyor. Polisiye roman yazarı Ahmet Ümit’in birbirine bağlanan beş masaldan oluşan, hem çocuklara hem yetişkinlere hitap eden eserini Günay Ertekin tiyatroya uyarladı. Oyunda komşu diyardaki Kör Adam’ın hikayesini dinlemeye giden Padişah ve veziri iki tüccar gibi giyinerek yollara düşerler. Bir sırrı çözmek için diğer bir sırrın izini sürmek zorunda kalan padişah ve vezir sabırla ve merakla günlerce gecelerce yol gidip zaaflarla yoğrulmuş insanoğlunun bir çok hikayesini dinlerler. Padişah’la beraber Şapkacı’nın, Müezzin’in, Demirci’nin, Kuyumcu’nun, Kör Adam’ın serüvenlerinin peşinde adeta bin bir gece masallarının tadında bir serüvene çıkarız. 7’den 70’e her yaştan izleyiciye seslenen oyunda Doruk Ordu, Nevzat Cengiz, Betül Çevgen, Çağrı Aslan, Gökhan Yıldırım, Ömer Hüsnü Turat, Evren Akyürek, Devran Şanlı, Ceren Narinoğlu, Çağıl Tekten, Onur Ertaman, Alparslan Çağlar, Aykut Söyük, Ecem Alpay, Ihlara Yener, Damla Polat, Handan Ölçener rol alıyor. Büyüklere Masallar – Masal Masal İçinde 9-10-11-12 Ocak tarihlerinde Küçükçekmece CKSM’de izlenebilir. Yazan Ahmet Ümit Uyarlama & Dramaturgi Günay Ertekin Yönetmen Sabri Özmener Dekor Tasarımı Gökhan Yücesal Kostüm Tasarımı Burcu Melek Bozan Işık Tasarımı Serhat Akın Müzik Gürkan Çakıcı Koreografi Alpaslan Karaduman ♦ Genellikle halkın ortak yaratısı olan; sözlü kültürde dilden dile, kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılan; kahramanları arasında olağanüstü kişilerin de yer aldığı ve olağanüstü olayların öykülendiği eserlere “masal” denir. ♦ Tamamen düş ürünü ve uydurma oluşları masalların temel niteliğidir. ♦ Sözlü edebiyat ürünü olan masallar, oluşumlarından çok sonra derlenerek yazıya geçirilmiştir. Türk masallarını derleme çalışmaları Ziya Gökalple başlamış; Cumhuriyet Dönemi’nde Eflatun Cem Güney, Pertev Naili Boratavın başını çektiği yazarlarca sürdürülmüştür. a. Masalın Öğeleri Konu ♦ Masallarda genellikle iyilik-kötülük, doğruluk-haksızlık, adalet-zulüm, alçak gönüllülük-kibir gibi karşıt durumları simgeleyen kişilerin mücadeleri; ulaşılması zor hedeflere varma isteğinden doğan hayaller işlenir. Olay ♦ Masal gerçek dışı ve olağanüstü olaylar üzerine kurulur. Gerçek ya da gerçeğe yakın öğeler masalın belkemiği olan olağanüstü atmosfer içinde eritilmiştir. Kişi ♦ Masalın kahramanları padişahlar, vezirler, zengin tüccarlar, sıradan ve yoksul insanlar, hırsızlar ya da haydutlar gibi gerçek dünyadan alınan kişilerin yanı sıra peri, cin, dev, ejderha, cadı, gulyabani, şahmeran, Zümrüdüanka kuşu gibi hayvanlar da masal kahramanları arasında yer alır. Ancak, masallardaki hayvanlar, neredeyse kendi özelliklerini yitirmiş, insan katına yükselmişlerdir. ♦ Masal kahramanları “bir padişah”, “bir terzi”, “çobanın biri” gibi belirsiz ifadelerle verilir. Yer ♦ Masallarda olayların geçtiği çevre, “memleketin birinde” ifadesiyle belirsizleştirilen bir yer ya da “Kafdağı, “Yedi Derya Adası” gibi haritada bulunmayan ülkeler; “yedi kat yerin altı”, “bulutların üstü” gibi hayalde tasarlanan yerlerdir. Zaman ♦ Masallarda “zaman”ın tarihî zamanla ilgisi yoktur. Mişli geçmiş zaman kipiyle anlatılmaları zamanın belirsizliğini gösterir. “Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellâl iken, pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…” gibi tekerlemeler de zamandaki bu belirsizliği güçlendirir. Plan ♦ Türk masalları “döşeme”, “olay” ve “dilek” olmak üzere üç bölümden oluşur. Döşeme bölümü, masalcının dinleyicileri masal havasına sokmak, onları biraz güldürmek, biraz da ustalığını .göstermek amacıyla söylediği tekerlemeden oluşur. Olay bölümü de kendi içinde serim, düğüm, çözüm bölümlerine ayrılır. Dilek bölümünde ise masal “Onlar ermiş muradına, darısı buradakilerin başına…” gibi mutluluk dileyen bir tekerlemeyle sona erdirilir. Amaç ♦ Masallarda eğlendirerek eğitme amacı güdülür. Her kahraman, toplumsal yaşamdaki bir karakterin simgesidir. Kişilerin her davranış ve eyleminde bir ders gizlidir. İyilerin yüceltilip kötülerin cezalandırılması, karşılaşılan her türlü engelin aşılması, okura iyimser bir bakış açısını aşılaması, masalların eğiticilik değerini öne çıkarır. b. Masal Türleri Halk Masalları ♦ Anonim masallardır. Sözlü halk kültürü ürünüdürler. Bu masalların Doğu dünyasındaki “Binbir Gece Masalları”, “Kırk Vezir Hikâyesi”, “Sinbadnâme”gibi en eski ve tanınmış örnekleri Türk toplumunda da geniş ilgi görmüştür. “Billur Köşk Masalları” ise sözlü gelenekten derlendiği sanılan ilk Türkçe masal kitabıdır. “Keloğlan”masalları”, Türk halk masallarının bir başka tanınmış örneğidir. ♦ Batı dünyasında “Pamuk Prenses”, “Kırmızı Şapkalı Kız” gibi örnekler de büyük ölçüde sözlü geleneğe bağlıdır. Grim Kardeşler, Alman halk masallarını derleyerek bu yolda çalışanlara öncülük etmiştir. Edebî Masallar ♦ Genellikle halk masallarından kaynaklanmakla birlikte belli bir sanatçının yaratımı olan ve onun kendi üslubuyla yazdığı masallardır. Bu masallara “yapma masal” da denir. Bu tür masalların en tanınmış ismi Danimarkalı yazar Andersendir. Hayvan Masalları ♦ Hayvan masallarından bazılarını “fabl” türündeki örnekler oluşturur. ♦ Fabllar, manzum olmaları, sonunda mutlaka bir ahlak dersi vermeleri ve kısalıkları bakımından diğer hayvan masallarından ayrılır. ♦ Dünya edebiyatının en eski masallarından olan Sanskrit dilinde yazılmış “Pançatantra” ile “Ezop” masalları ve La Fontaine masalları fabl türünün ve hayvan masallarının temel kaynaklarıdır. Türk Divan edebiyatında Şeyhinin “Harnamesi” kimi yönleriyle fabl sayılır. Mevlananın Mesnevisindeki hayvan masalları da fabl özellikleri taşır; ancak her hayvan masalı fabl değildir. Örneğin, Ferideddin Attarın kahramanları hayvanlar olan masalı “Mantıku’t-Tayr” fabl sayılmaz. Masal nedir? Masal türünün özellikleri sorusu için cevap olarak en kısa şekilde ifade etmek gerekirse, Masal; Halkın arasında ağızdan ağıza ve kuşaktan kuşağa aktarılan düşsel öykülerdir. Normal insanlar haricinde cin, peri, dev gibi olağanüstü varlıkların ya da olağanüstü olayların konu edildiği bir tür halk öyküsüdür. Genellikle iyi ve kötü arasında geçen mücadeleler olur. Çoğu zamanda dinleyen küçükleri mutlu etmek amacıyla mutlu sonla tamamlanır. Yüzyıllar boyunca kuşaktan kuşağa sözlü anlatımlar ile paylaşılmıştır. Masallar günümüzde çizgi filmler, sinemalar, kitaplar ve internet siteleri ya da uygulamaları ile halen çocukların ilgi odağıdır. Genellikle bir tekerlemeyle başlar ve biter. Başlangıç tekerlemesi çoğunlukla “Evvel zaman içinde bir varmış, bir yokmuş” gibi bir sözle başlar. Bitiş tekerlemesi ise genelde iki tercihten biri olur. Ya “Gökten üç elma düşmüş. Biri bana anlatana, biri sana/size dinleyene diğer elmada dünyadaki iyi insanlara” ya da “ve ömür boyu mutlu olmuşlar. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine” şeklindedir. Sitemizde klasik Türk masalları ve yabancı masallar ile Dünya masalları için örnekler sunmaya başlıyoruz. En güzel masallar için sitemizi inceleyebilirsiniz. Sitemizde ilk paylaşılan masallar; Dede Korkut hikayeleri özetleri oldu. Ekli sayfadan Dede Korkut masallarının özetlerini okuyabilirsiniz. Ayrıca Keloğlan masalları sayfasına sürekli yeni masallar eklenmektedir. Yabancı masallar kategorisinde ise ilk eklenen Pamuk prenses masalı oldu. Ücretsiz masallar yayınladığımız sitemizi ziyaret ettiğiniz için de teşekkür ederiz. Kıvrımlı bir körfezde, ışıl ışıl parlayan denizle birleşen yedi tepenin üzerinde kurulmuş Torquay, Agatha Christie’nin doğup büyüdüğü kasaba. Nasıl ben İstanbul’u burada bulduysam, bir İstanbul âşığı olan Agatha da Torquay’i İstanbul’da bulmuş olabilirdi. İstanbul’da duyduğu her martı çığlığı, onu buraya, doğduğu kasabaya taşımıştı belki… Abone Ol SEMİHA DURAK Londra’da geçen on yedi yıllık hayatımda, ilk kez bu yaz Türkiye’ye gidemeyince kendimi Torquay’de buldum. İngiliz Rivierası’nda, Devonshire bölgesinde güzel bir sahil kasabası Torquay. İsminin Türkiye ile benzerliğinden çok denize kıyısı olmasıydı burayı seçmemin nedeni. Deniz kokusuydu aradığım ama nasıl bir yerle karşılaşacağımı pek de bilmiyordum. Son dakika verilmiş bir kararla, bulunduğum sınırlar içinde yapılacak, sınırları çizilmiş bir Covid-19 tatiliydi’ bu. Kıvrımlı bir körfezde, ışıl ışıl parlayan denizle birleşen yedi tepenin üzerinde kurulmuş Torquay’e geldiğimde, tam kalbimden vuruldum. Denizin kokusu ve martıların hiç susmayan çığlıklarıyla zeminin ayaklarımın altından kayıp gittiğini sandım ve bir anda kendimi İstanbul’da buldum. Bir ses, bir koku beni olmak istediğim yere taşıyıvermişti işte. Agatha Christie’nin buralı olduğunu, bu kasabada doğup büyüdüğünü öğrenince daha da bağlandım buraya. Benim İstanbul’u burada bulduğum gibi bir İstanbul âşığı olan Agatha da Torquay’i İstanbul’da bulmuş olabilirdi. İstanbul’da duyduğu her martı çığlığı onu buraya, doğduğu kasabaya taşımıştı belki. Mesele memleket hasreti olunca her ülkede bir İstanbul ya da bir Torquay bulunabiliyordu demek ki. Kasabanın her yerinde dolaştığına inandığım Agatha’nın hayaletinin peşine takıldım ben de. Onun koşup oynadığı, âşık olduğu, ağladığı, kahkahalar attığı, hayal kırıklıklarıyla düştüğü ve sonra yeniden kalkıp omuzları da başı da dimdik yürüdüğü sokaklara daldım. Biraz onu, biraz da İstanbul’u aradım. Eskiden, Agatha’nın çocukluğuna denk gelen yıllarda, elit’ bir nüfusa sahip olan şehre yazları gelen ziyaretçi sayısının da az olduğunu öğrendim. Gelenler de mavi kanlı almanak’ olarak da bilinen Gotha Yıllığı’nda isimleri yayımlanan soylulardan oluşuyormuş. Bir de dönemin önemli yazarlarının gelip burada kaldığı oluyormuş. Charles Dickens, Arthur Conan Doyle aklımda kalanlardan. Yazarların şehrin çekici ve ilham verici manzarasından etkilenmiş olmaları şaşırtıcı değil. Darwin bile gelip Türlerin Kökeni’ni burada tamamlamış. Torquay’nin hem jeolojik hem de arkeolojik açıdan önemli bir yer olduğunu öğrendiğimde, Darwin’in burada yalnızca ilham aramadığını da anlıyorum. Britanya’daki en erken insan topluluklarının izlerini taşıyan, bir Taş Çağı yerleşmesi olan Kents Mağarası, Agatha’nın büyüdüğü evden uzak değil. Babasının bu mağaradaki arkeolojik kazılara destek sağladığını da öğrenince, Agatha’nın Kents Mağarası’nın labirentlerinde dolaşarak büyüdüğünü, arkeoloji ve dedektiflik merakının burada başladığını hayal etmek pek zor olmuyor. Arkeoloji ve dedektiflik bağlantısı bana yıllar öncesinde, İstanbul’da bir kitap fuarında, Ahmet Ümit’le karşılaşmamı hatırlatıyor. Ona arkeoloji öğrencisi olduğumu ve bir Hitit kazısında geçen cinayet romanı Patasana’yı, katıldığım ilk kazı olan Allianoi’da okuduğumu söylemiştim. Bu detay, keyifli bir sohbete neden olmuştu. Patasana kitabını yeniden satın almayı aklımdan geçirmiş ama yanımda yeteri kadar para olmadığını hatırlamıştım. Diğer kitaplarına kıyasla fiyatı daha düşük olan bir başka kitabını seçmişti gözlerim. Masal Masal İçinde yazıyordu kapağında. Biraz çekinerek kitabı ona uzattım ve imzasını istedim. Gülümseyerek aldı, kitabın ilk sayfasını açıp bir şeyler yazdı ve bana geri uzattı. “Taşlardaki ipuçlarından tarihin sırrını çözmeye çalışan bilim dedektifine sevgi ve dostlukla” yazıyordu kitabın ilk sayfasında. Dünyanın en mutlu insanıydım o an. Hemen aynı gün, bir solukta okudum kitabı. Birbirini kovalayan ve de tamamlayan masallar, hayata dair ipuçları veriyordu. Zümrüdüanka kuşları, altın yumurtalar ve peri padişahlarının yanı sıra, gerçek dünyadan tanıdığımız karakterler, hikâyelerdi karşılaştıklarımız. On yedi yıl ülkesinden uzak düşmüş bir adamın hüzünlü, yaşamdan vazgeçme noktasında yeniden hayata başlayan bir başkasının umutlu hikâyesi vardı örneğin. Bir sırrı ararken kesişiyordu bütün hikâyeler ve bir masalın içinden geçmek gerekiyordu diğeriyle buluşmak için. Romanlarında Agatha Christie’ye göndermeler yapan Ahmet Ümit’in ona özel bir yakınlık duyduğunu, bunun nedeninin de Agatha’nın İstanbul tutkusu olduğunu okumuştum. Agatha’nın Anahtarı adlı kitabında, ünlü yazarın hâlâ gizemini koruyan ortadan kayboluşunu ve Pera Palas Oteli’ndeki odasının zemininde bulunan anahtar hikâyesini, kendi kurgusuyla anlatmıştı. Daha önce bilmediğim şey, bu iki olayın da Ahmet Ümit’in kurgusundan biraz farklı da olsa, gerçekten yaşanmış olmasıydı. İlk kocası Archie tarafından aldatıldığını öğrenen Agatha, tıpkı Gone Girl filmindeki gibi sırra kadem basmış ve hiç kimse ondan haber alamamıştı. Polisin aramaları sonucunda, 11 günün sonunda Yorkshire’de bir otelde ortaya çıkmıştı. İsmini değiştirmiş, kocasının sevgilisinin soyadını vermişti otele. Bu arada kaza yapmış şekilde yol kenarında bulunan otomobili, onun ortadan kaybolduğu günlerde cinayet planı yaptığı ama daha sonra vazgeçtiği şeklinde yorumlanmıştı kimilerince. Kayıp olduğu dönemde neler yaptığını, bir türlü bulunmayan günlüğünde anlattığı düşünülmüştü uzun yıllar. Hatta bunun için bir medyum bile devreye girmiş, anahtarın Pera Palas’ta kaldığı odanın zemininde olduğunu söylemişti. Gerçekten de zeminin altından bir anahtar çıkmıştı. Fakat sözü edilen ya da belki de sadece hayal edilen günlük hiç bulunamamış, anahtarın gizemi de çözülememişti. Agatha’nın Pera Palas’a olan düşkünlüğünün nedenini Torquay’deki Grand Otel’i gördüğümde anladım. Beyaza boyalı dış cephesi ve deniz manzarası ile Pera Palas’ı andırıyordu. Agatha’nın hayaletini takip ederek Grand Otel’e geldim ve terastaki deniz manzaralı masamda Agatha’nın yaptığı gibi martı çığlıkları eşliğinde çayımı yudumladım. Otelin düzenli konuklarından olan Agatha’nın tıpkı Pera Palas’taki gibi fotoğrafının ve daktilosunun yer aldığı, onun adını taşıyan bir odanın burada da olduğunu öğrendim. İnsanların yazarlarla kurduğu bağ enteresan oluyor. Sırf Agatha Christie için bu otele gelen, burayı tercih eden ne çok kişi oluyordur diye düşünüp otel hakkında bir şeyler okurken gözüme bir haber çarptı. 1997’de otele gelen ve kendisini Mr. Patel olarak tanıtan adam, bir geceliğine tuttuğu odanın parasını nakit olarak ödemiş, sonra da oda servisini çağırıp kendisine kuzu rosto ve bir şişe şarap söylemişti. Ertesi gün odaya giren otel görevlisi Mr Patel’in çıplak cesediyle karşılaşmıştı. Giysileri katlanıp sandalyeye konulmuş, masanın üzerine yediği yemeğin parası nakit olarak bırakılmıştı. Mr. Patel tarafından yazıldığı düşünülen bir de mektup vardı masada. “Burada yaptığım şey için özür dilerim ama bu görevi gerçekleştirmem gereken yer burasıydı” diye yazıyor, bir de aşçıya “tanrılara yaraşan son yemek” için teşekkür ediyordu. Otele verdiği ikamet adresi doğru değildi, gerçek kimliği bilinmiyordu. Grand Otel’den önce üç gün Torquay’de başka bir otelde kaldığı ortaya çıkmıştı. Ölümünün görünen nedeninin kola içine karıştırılmış siyanür olduğu anlaşılmıştı. Akla hemen romanlarında siyanürü sıklıkla kullanan Agatha Christie geliyordu. Mr Patel’in ölmek için bu oteli seçmesinin nedeni Agatha Christie’miydi? Otopsiyi yapan adli tıp uzmanı, Sri Lankalı bir doktordu ve Mr. Patel’in vücudunda bulunan işaretlerden onun bir Tamil Kaplanı olduğunu hemen anlamıştı. Tamil Kaplanlarının boyunlarında her zaman taşıdıkları kolye içinde siyanür bulundurduklarını ve yakalanacaklarını anladıklarında siyanür içerek intihar ettiklerini de eklemişti raporuna. Aradan geçen bunca zamana karşın Mr Patel ya da bunu neden yaptığı hakkında başka hiçbir şey bulunamamıştı. Sri Lanka’da yaşananları ve Tamil Kaplanlarını bilmek bir parça fikir veriyor, onu biraz anlamamızı sağlıyordu belki ama yine de bilmiyorduk Mr Patel’in gerçek’ hikâyesini. Onbir gün değil, bir ömürdü sır gibi kaybolan. Dönemeyeceği, bir gün gitse bile artık var olmayan ülkesini, çocukluğunu, bir nostaljiyi gelip burada aramıştı belki. Bulamayacağını anladığında da, cevabı Agatha’nın romanlarında saklı olan bir soru, mesaj, bir bulmaca bırakmıştı görev bildiği ölümüyle bütün dünyaya. Kendince bir şölenle giderken buralardan. Mr. Patel’in hikâyesinden mi yoksa aniden esmeye başlayan rüzgârdan mı bilmem, birden üşüdüğümü hissettim. Otelden çıkıp karşıya, sahile doğru yürüdüm. Martılar yine çığlık çığlığa, deniz üzerinde pike yaparak uçuşuyordu. Yine heyecanla bir şeyler anlatıyorlardı. Belki de her şeyin cevabını yalnızca onlar biliyordu. Bütün zaman katmanlarının ve bütün mekanların içiçe olduğu fikri hiç bu kadar gerçek görünmemişti daha önce. Masal masal içinde gizliydi gerçekten de. Bir sırrı ararken kesişiyordu bütün hikâyeler ve bir masalın içinden geçmek gerekiyordu, buluşmak için bir diğeriyle… Video haberler için YouTube kanalımıza abone olun Aydınlık bir gökyüzü, parıltılı bir denizi, verimli toprakları olan güzel mi güzel bir kent varmış. Bu kenti genç bir Padişah yönetirmiş. Padişah deyip geçmeyin, bizimki, öteki hükümdarlara hiç mi hiç benzemezmiş. Ne asık suratlı ne de savaş meraklısıymış. Yalnızca halkının mutluluğunu ister, ülkesinin kalkınması için çabalar dururmuş. Ama Padişahımız’ın küçük bir kusuru varmış.” İçindekiler Masal Masal İçinde………………………….1 Şapkacı’nın Anlattıkları ……………………..27 Müezzin’in Anlattıkları ……………………..53 Demirci’nin Anlattıkları……………………..81 Kuyumcu’nun Anlattıkları……………………95 Köradam’ın Anlattıkları…………………….119 Masal Masal İçinde Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynar iken eski hamam içinde, bir varmış bir yokmuş. Aydınlık bir gökyüzü, parıltılı bir denizi, verimli toprakları olan güzel mi güzel bir ülke varmış. Bu ülkeyi genç bir padişah yönetirmiş. Padişah deyip geçmeyin, bizimki, öteki hükümdarlara hiç mi hiç benzemezmiş. Ne asık suratlı. ne de savaş meraklısıymış. Yalnızca halkının mutluluğunu ister, ülkenin kalkınması için çabalar dururmuş. Halk da padişahını sever, ülkedeki herkes onun iyiliğini istermiş. O da davranışlarıyla bu sevgiyi fazlasıyla hak edermiş doğrusu. Ülke hâzinesini halkı için harcamaktan çekinmez, her fırsatça yoksulların, yetimlerin yardımına koşarmış. Ama Padişahımızın küçük bir kusuru varmış, övünmeyi pek severmiş. Ne zaman bir iyilik yapsa tahtına kurulur, başlarmış anlatmaya “Bugün yoksullara şu kadar altın dağıttım. Açları şöyle doyurdum, yetimleri böyle sevindirdim” diye. Padişah övünmeye başlar başlamaz sarayda ne kadar dalkavuk varsa başına toplanır, her söylediğini alkışlayarak iyice pohpohlarlarmış onu. Sarayda yalnızca bir kişi üzülürmüş Padişah’ın bu haline. Bu kişi, aynı zamanda Padişah’ın çocukluk arkadaşı olan Vezir’miş. Vezir, arkadaşının aptal yerine konulmasına dayanamaz, onun bu gereksiz böbürlenme huyundan vazgeçmesini istermiş. Ama yalan iltifatlarla başı göklere eren Padişah ’ı bu kötü huyundan nasıl vazgeçireceğini de bilemezmiş. Padişah’ın yine iyilikler yaptığı bir gün Vezir iyice sokulmuş tahtın yanına. Sabırla Padişah’ın övünmeye başlamasını beklemiş. Yüzünde tatlı bir yorgunlukla tahta yerleşen Padişah, kendinden memnun gülümsemiş. Onun gülümsediğini gören dalkavuklar bala üşüşen sinekler gibi hemen sarmışlar çevresini. Padişah başlamış o gün yaptığı iyilikleri sayıp dökmeye. Anlatmış da anlatmış. Sözü biter bitmez dalkavuklardan biri atılmış “Kudretli Hünkârım” demiş, “yeryüzünde sizin kadar iyi. sizin kadar cömert başka kimse yoktur. Halk bu iyiliklerinizi hiçbir zaman ödeyemez.” Dalkavuğun tatlı sözleriyle kendinden geçen Padişah yanındakileri kıvançla süzerek “öyle mi dersiniz? Gerçekten de yeryüzünde gönlü benden daha zengin, daha cömert kimse yok mudur?” diye sormuş. Vezir sanki bu soruyu bekliyormuş gibi dalkavuklara fırsat vermeden söze girmiş Kusura bakmayın ama sizden daha cömert insanlar var Padişahım” demiş. Böyle bir yanıt beklemeyen Padişah’ın yüzüne kara bir bulut gelip oturmuş. Kalın kaşları çatılmış, ela gözlerinde şimşekler çakmış. Huzurda bulunanlar korkuyla başlarını öne eğmişler. Ama Vezir yılmadan dimdik bakmış Padişah’ın yüzüne. Padişah öfkeyle kükremiş “Vezir Vezir… Sen ne dediğinin farkında mısın?” Vezir boynunu bükmüş “Siz sordunuz, ben de söyledim Hünkârım” demiş. “Başka biri olsaydı, derhal vurdurmuşum kellesini. Bilirsin seni severim. Söyle bakalım, niye böyle konuştun?” demiş. Padişahım buradaki kullarınız gibi ben de sizin iyiliğinizi isterim. Ama yalan da söyleyemem. Komşu kentte kör bir adam var, o sizden daha cömert. Ensesine vuran herkese bir kese altın veriyor…” “Ensesine vuran herkese mi?” “Ensesine vuran herkese ya! Bu adam her sabah erkenden kalkar, sırtına yakasız bir gömlek geçirip şehrin meydanına oturur. Ensesine her vurana da çıkarıp bir kese altın verir.” Padişah kuşkulu gözlerle süzmüş Veziri “Bu inanılacak iş değil” demiş. “Söylediklerin doğru çıkmazsa senin için kötü olur.” Vezir kendinden emin “Kolayı var Padişahım” demiş. “Köradam’ın oturduğu kent bir günlük yolda, isterseniz tebdili kıyafet eyleyip varalım yanına. Ne olup bittiğini kendi gözlerinizle görün.” Padişah duraksamış “Olur mu?” Dalkavuklar karşı çıkmaya hazırlanıyorlarmış ki Vezir yine önce davranmış “Neden olmasın? Hem başka kenelerimizi bir kere daha ziyaret etmiş oluruz” demiş. Padişah’ın yüzündeki kara bulut dağılmış, belli belirsiz gülümseyerek “Peki” demiş. “Ama söylediklerin çıkmazsa seni vezirlikten alacağım. Bunu da bilmiş ol.” “Siz nasıl uygun görürseniz Hünkârım” demiş Vezir. Hemen hazırlıklara başlanmış. Ertesi sabah Padişah ile Vezir tebdili kıyafet eyleyip, iki tüccar gibi giyinmişler. Yanlarına yetecek kadar para alıp düşmüşler yola. Bir gün bir gece yürümüşler. Ertesi sabah ulaşmışlar Köradam’ın yaşadığı kente. Sora sora kentin meydanını bulmuşlar. Meydana geldiklerinde insanların upuzun bir kuyruk oluşturduğunu görmüşler. Kuyruğun başına yaklaşmışlar ki bir de ne görsünler. Tıpkı Vezir’in anlattığı gibi, kör bir adam kaldırıma bağdaş kurmuş oturmuyor muş Adamın ensesi kıpkırmızıymış. Bu kırmızılığın nedenini anlamakta gccikmemişler. Kuyruktaki insanlardan en önde olanı yaklaşıp adamın ensesine olanca gücüyle okkalı bir tokat indirmiş. Tokadı yiyen Köradam öne doğru savrulmuş, ama çok ilginç, acıyla kıvranacağı yerde, sanki büyük bir huzura ermiş gibi “Oh! Hak müstahakını buldu” diyerek doğrulmuş, yanındaki torbadan bir kese altın çıkararak ensesine vuran adama vermiş. Padişah’ın şaşkınlıktan ağzı açık kalmış. Vezir ise bıyık altından gülümseyerek, haklı çıkmanın gururunu yaşıyormuş. Bir köşe başına çekilip saatlerce Köradam’ı izlemişler. Güneş batıp herkes evine çekilmeye başlarken Köradam da yavaşça toparlanmış. Torbasını omzuna alıp değneğiyle yol arayarak yürümeye başlamış. Padişah ile Vezir usulca yaklaşmış yanına “Sizinle biraz konuşmak istiyoruz” demiş Vezir. Sesi duyan Köradam irkilmiş “Ne konuşacaksınız benimle?” diyerek sesin geldiği yöne donmuş. “Neden size her tokat atana bir kese altın veriyorsunuz?” diyerek soruya soruyla karşılık vermiş Padişah. Duyduğu bu ikinci sesle bir başka kişinin daha olduğunu anlayan Köradam’ın tedirginliği artmış “Siz de kimsiniz?” diye sormuş. “Biz iki yolcuyuz” demiş Padişah, sesini yumuşatarak. “Sizin ününüzü çok uzaklardan duyduk. Öykünüzü merak ettik, öğrenmek için buralara kadar geldik. Bizi eli boş döndürmeyin.” Köradam bir süre düşündükten sonra “Peki demiş. “Size öykümü anlatacağım ama her bilginin de bir bedeli vardır. Eğer bilgimin bedelini verirseniz merakınızı gideririm.” “Ne kadar para istiyorsanız söyleyin, derhal ödeyelim” demiş Padişah. “Her şey parayla ölçülmez” demiş Köradam. “Benim paraya ihtiyacım yok.” “Ne istiyorsunuz o halde?” diye Vezir sormuş bu defa merakla. “İsteğim çok basit. Buradan iki günlük yolda bir kent var. O kentte çok maharetli bir kuyumcu yaşar. Kentte pazar kurulduğu gün. kuyumcu esnafı bu adamın yolunu gözler. Adam pazara gelince herkes çevresinde halka olur. Kuyumcu, torbasından tavuk yumurtası büyüklüğünde bir altın çıkarır. O büyüklükte bir altın bugüne kadar ne görülmüş ne duyulmuştur. Bakanların gözleri ışıldar, soluğu kesilir. Parası olanlar altın satın almak için birbirleriyle yarışmaya başlar. Haraç mezat satışa tutuşurlar. Talipliler durmadan fiyatı artırır. Mezat saatlerce sürer. Sonunda altın yumurta en fazla fiyat verenin üzerinde kalır. Ama Kuyumcu, son anda altın yumurtayı satmak…

masal masal içinde kuyumcunun anlattıkları